12.000 yıllık müzik dinleyiciliğimde öğrenemediğim bir şey varsa, o da peşin hükümlü olmamak ve ilk andan karar vermemektir. Her seferinde “Bi insan ol, önce adam gibi dinle” dememe rağmen, bazı albümler hakkındaki görüşümü olması gerekenden çok erken verebiliyor ve hemen akabinde de “Lan aslında iyiymiş” pişmanlığını yaşayabiliyorum.

Bugün konuk ettiğimiz albüm bunun da ötesine geçen ve “Kesin çok iyi olmayacak” diye peşin bir hükümle dinlediğim, ardından da kocaman bir göte dönüştüğüm bir albüm.

Çoğunluğun aksine MERCENARY’yi albümden albüme gelişen bir grup olarak gören şahsım, MERCENARY’nin en öne çıkan özelliği olarak vokalist Mikkel Sandager’in muazzam sesini görüyordu. Onun, klavyeci olan Sandager’in ve davulcu Nielsen’in bu albüm öncesinde ayrılması, grubun yarısını ortadan kaldırmış ve MERCENARY sevenleri “Şimdi ne olacak?” ile “MERCENARY bitti hafız” arasında bir yerlere konumlandırmıştı. Belli ki böyle düşünen sadece dinleyiciler değildi. Gruptan ümidini kesen Century Media da MERCENARY’yi kadrosundan çıkarmış, grup NoiseArt adlı ufak şirketle anlaşmıştı.

12.000 yıllık müzik dinleyiciliğimde öğrendiğim bir şey varsa, o da önemli eleman kaybı sonrası “Sıçtılar, bittiler, artık dinlenmez” denen grupların bir şekilde azim yaptığı, gaza geldiği ve istisnalar öhöm, SCAR SYMMERTY öhöm, olsa da genelde umulmadık şekilde geri döndükleri. MERCENARY “Metamorphosis”te bu durumun ansiklopedik bir örneğini ortaya koyuyor.




Yeni logousu, küllerinden doğan Anka Kuşu’nun resmedildiği kapağı ve albüm adıyla, MERCENARY’nin bir gaza geliş içinde olduğu, “Siz misiniz bizi hafife alan” duygusuyla yanıp tutuştuğu daha en baştan ayan beyan ortadaydı. Gaza gelme güzel şey elbet; ancak grupça gaza gelmenin, bir de bireysel gazla beslenmesi gerek. Bahsi geçen durumda etrafına alevler saçan, “Sen neymişsin be” dedirten arkadaşımız, gruba bir önceki albümde katılan basçı René Pedersen. “Architect of Lies“da tanıştığımız ve yırtıcı vokalleriyle kulaklarımızı şenlendiren Pedersen, “Metamorphosis”te bir anda grubun parlayan yıldızına dönüşüyor; bunu da ayrılan Sandager’in vokallerini özlemeyi neredeyse aklımıza getirmeyen clean vokalleriyle yapıyor.





Elbette Sandager’in güçlü sesini unutmak mümkün değil. Gücü bir yana, duygu verebilme anlamında da çok iyi bir ses olan Sandager, muhakkak ki yeri öyle kolay doldurulacak bir isim değil. Ancak Pedersen öyle bir azim yapmış ki “Metamorphosis”i her şeyiyle bir MERCENARY albümü kılmayı bilmiş. Belki de zaten böyle bir yeteneği vardı ve Sandager mikrofon başında olduğundan, “Architect of Lies”da bu yönünü göstermemişti. Her ne olursa olsun, ortada şapka çıkarılacak bir vokal performanı var; gerek clean, gerek yırıtıcı vokal babında.



Diğer taraftan gitaristler, her zaman olduğu gibi çok güzel bestelere imza atmışlar. Kısalan şarkı süreleri ve şarkıların hiç ciksliğe, ucuzluğa kaçmamalarına rağmen gerçekten de hayran olunacak düzeyde akılda kalıcı yazılmış olmaları, albümü çok sevilesi ve bağımlılık yaratıcı bir hale sokuyor. Yazının başlarında olsak baştan söyleyeyim derdim, ancak bu sefer ortadan söyleyeyim. “Metamorphosis” bence MERCENARY’nin kariyerinde yaptığı en iyi albüm. Grubu sevenlerden, buna katılmayı bırakın, “Hadi lan oradan” demeyecek kimse olacağını bile sanmasam da, albümü ciddi anlamda en az 150 kez dinlemiş biri olarak, kanaatim bu yönde.


Bu durumun gerekçelerini açıklarken, “Metamorphosis”in diğer albümlere olan üstünlüğünden bahsetmektense, kendi içindeki güzelliklerinden bahsetmeyi tercih ediyorum. Öncelikle, şarkı yazımı anlamında tek kelimeyle kusursuz bir iş var önümüzde. Albümde ortalama bulduğum şarkı olmadığı gibi, “Burası sıradan olmuş” dediğim yer bile yok. “Metamorphosis”te, çalınan ilk nota ile son nota arasında duyduğum ne varsa seviyorum. Belki başta yaşadığım “O kadar adam ayrıldı, bu albüm çok iyi olmayabilir” düşüncemin ters tepmesinden dolayı böylesine benimsedim albümü, ancak bildiğim bir şey var ki albüm elime geçtiği günden bu yana (13 Şubat), abartmıyorum, günde en az 2, en çok da 6-7 kez dinlemiş olduğumu söylersem, “Metamorphosis”in nasıl ağzıma sıçtığını daha rahat anlatabilirim.



Albümün detaylarından bahsedersek, bazı şarkılarda MERCENARY’nin bu güne kadarki sound’unun dışına çıkan kimi detaylarla karşılaşıyoruz. Bunlardan en bahsedilesi olanlar, örneğin bir Memoria’nın grubun parçayı sanki bir melodik death metal şarkısıymış gibi şahane bir melodi üzerine kurmuş olması ve verse kısmında da önceki MERCENARY verse’lerine benzemeyen türde bir denemeye girişmiş oluşu. Aynı şekilde In a River of Madness’ta da MERCENARY’den alışık olmadığımız düzeyde senfonik bir yapı ve enteresan piyano kullanımları duyuyoruz. Grup müziğini gerektiği ölçülerde ekstremleştirme ve sıcaklaştırma konusunda gerçekten de çok usta. Hatta diyebilirim ki, farklı tazda rifleri birleştirme konusunda MERCENARY’yi metal dünyasının sayılı isimleri arasında görüyorum. Aynı başarıyı daha önce SCAR SYMMETRY’nin “Pitch Black Progress”inde de görmüştük; grup aynı şarkıda yırtıcı bir death metal rifinden, bir progresif metal şarkısına konsa pırıl pırıl parlayacak bir rife geçiyor, ardından da hard rock tabanlı enfes bir rifle coşturmayı sürdürüyordu (mesela The Kaleidoscopic God’da). MERCENARY de “Metamorphosis”te bu geçiş ve düzenli varyasyon olayını enfes bir biçimde başarmış. Bu da albümü bir an bile çorbalaşmayan, değişken bir bir gövde gösterisine dönüştürmüş.

Bu konuyu en bariz gözler önüne seren örnek, bence en sondaki The Black Brigade. Şarkı bariz bir hard rock tabanı üzerine kurulu olsa da, gerek vokaller, gerekse diğer beste numaralrıyla öyle bir şekle sokulmuş ki, adeta melodik death metal/hard rock/heavy metal kırması bir şey dinlediğinizi hissediyorsunuz. O kadar güzel, o kadar güzel ki.



Eleştirisel yanlara bakacak olursam, Pedersen’in yetemediği birkaç yerde kendilerini biraz fazla belli eden bazı auto-tune uygulamaları dışında aklıma tek bir nokta dahi gelmiyor. Her solosu, bahsetmediğim ama yine kusursuz olan davul ve dozundaki klavye kullanımı, kısacası benim için her şeyiyle büyüleyici bir albüm “Metamorphosis”.

MERCENARY’nin groupie’si sanılacağım türde bir yazı oldu, ama elimden daha azı gelmiyor. Muhtemelen benim gibi düşünen/düşünecek insan sayısı da fazla olmayacaktır, ancak benim tarafımda durum bu. Olağanüstü prodüksiyon, her müzisyenin üst düzey performansı, şahane besteler, akılda kalıcı nakaratlar, sertlik dozunu hiç düşürmemesine rağmen çok kolay alışılan bir müzik; kısacası “Metamorphosis” daha şimdiden 2011 top 5′imin içinde kendine yer edeceğini belli eden bir albüm.



İngilizce’si olanlar, albümün TRIVIUM vokalist/gitaristi Matt Heafy tarafından yazılan ve benim dediklerimin de fazlasının dendiği kritiğe de göz atabilirler.

Bir grup kadrosunun yarısını kaybediyor ve buna rağmen böyle bir şey yaratabiliyorsa, benim de elimden o grubun önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey gelmiyor.


Çıkış tarihi
2011
Şirket
NoiseArt Records
Kadro
René Pedersen: Vokal, bas
Jakob Mølbjerg: Gitar
Martin Buus: Solo gitar
Morten Løwe: Davul


Şarkılar
1. Through the Eyes of the Devil
2. The Follower
3. In a River of Madness
4. Memoria
5. Velvet Lies
6. In Bloodred Shades
7. Shades of Grey
8. On the Edge of Sanity
9. The Black Brigade